İslam Ekonomisinin Üç İlkesi

I. Üretme ve Çalışma İlkesi
İslâmiyet’te tembellik hoş görülmez. İnsanların muhtaç kalması yerine çalışması ve üretmesi istenir. Alan el olmak yerine veren el olmak daha hayırlı bulunur[1]. Elbette veren olabilmek, tembellikle mümkün olmaz. Veren olabilmek için gayret sarfetmek ve kazanmak gerekir. İhtiyaç sahibi oldukları için dilenenlerin azarlanması ve horlanması yerilmekle birlikte, başkasına avuç açmak uygun görülmez. Hz. Peygamber’den nakledildiğine göre şöyle buyurmuştur: “İnsanoğlu elinin emeğinden daha hayırlısını yememiştir. Allah’ın peygamber’i Dâvud aleyhisselam da elinin emeğini yemiştir”[2]. Hz. Peygamber’in sîretinde de aynı durum geçerlidir. Sahâbîlerin iş sahibi oldukları ve çalıştıkları aktarılmıştır. Hatta sıcak havada çalışmaları yüzünden terledikleri ve bu yüzden kendilerinden zaman zaman ter kokusu duyulduğu ifade edilmiştir[3]. Aynı şekilde yine Resûlullah’tan aktarılan bir haberde şunlar kayıtlıdır: “Sizden birisinin bir deste odunu kesip sırtında taşıması, bir şey verip vermeyeceği belli olmayan birisinden dilenmesinden daha hayırlıdır”[4]. Netice itibariyle İslâm toplumunda çalışmak ve üretmek esastır. Tembellik, uyuşukluk ve avarelik kesinlikle mekruhtur. Hatta Cuma namazı sonrasında rızık talebi için yeryüzüne dağılma emri bizzat Kur’ân-ı Kerîm’de verilmektedir: “Ey inananlar! Cuma günü namaz için ezan okunduğu zaman Allah’ı anmaya koşun, alış verişi bırakın. Bilesiniz bu sizin için daha hayırlıdır. Namaz bitince yeryüzüne dağılın, (çalışarak) Allah’ın lutfundan rızık isteyin!”[5]
Resûl-i Ekrem Efendimiz’in üretim konusundaki hassasiyetini gösteren en büyük delil ise kendisinden nakledilen şu hadistir: “Kıyamet koparken sizden biriniz elinde bir hurma fidanı bulunursa, şayet ölmeden önce onu dikmeğe güç yetirebilirse onu diksin!”[6] Kıyamet koparken bile ağaç dikimini emreden bir peygamberden tembelliği ve üretimsizliği öven bir yaklaşım beklenemez. Dolayısıyla müslümanların hayat boyu üretme zihniyetine sahip olmaları esastır. İzzet, müslümanların temel vasıfları arasında olmalıdır. Yani zillet müslümanlara yakışmaz. O halde her alanda olduğu gibi ekonomik alanda da güçlü olmak; bunun için de çalışıp üretmek müslümanların ülküsü olmalıdır.
II. Dürüstlük İlkesi
İslâmiyet’in insanlara kazandırmak istediği en temel özelliklerden birisi de dürüstlüktür. Yalan söylemek, iftira etmek ve yalan yere şahitlik etmek, insanlar arasındaki sevgi, saygı ve güveni yok ederek toplumsal birlikteliği ortadan kaldırır. Dürüst olmayan fertlerin oluşturduğu toplumlarda fitne ve fesat hakim olur, kavga ve cinayetler işlenir. Sözünde durmayan, eksik tartan, kusurlu mal satan, aldığı malın bedelini vadesinde ödemeyen ve yalan konuşan insanlar yüzünden toplum içindeki iyi insanlar da zarar görür. Bunun için Kur’ân-ı Kerîm, “İnsanlardan alırken ölçüp tarttıklarında tam, onlara vermek için ölçüp tarttıklarında ise noksan yapan hilekârlara yazıklar olsun!”[7] âyetiyle küçük yalanları da “Allah adına yalan uydurandan veya O’nun ayetlerini yalan sayandan daha zalim kim olabilir ki?”[8] âyetiyle büyük yalanları da yasaklar. Rivayete göre Hz. Peygamber, bir gün hububat satan bir kişiyi görür. Hububatın içine elini daldırdığında ıslak olduğunu farkeder. Bunun sebebini sorduğunda satıcı yağmur yağdığını ifade eder. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, insanların görmesi için bu kısmı üstte bırakması gerektiğini söyler ve “Bizi aldatan bizden değildir” buyurur[9]. Mala rağbeti artırmak için hile yapmayı yasaklar[10]. Yalan yeminlerle malına rağbet sağlamak isteyenleri tehdit eder[11]. Fiyatlara hileli müdahale (neceş) etmeyi yani malı alma niyeti yokken sırf malın fiyatını artırmak için fiyat teklifi sunmayı nehyeder[12]. Sonuç olarak maddi anlamda zararlarına bile olsa müslümanların ticarette dürüst davranma zorunlulukları vardır.
III. Kolaylık İlkesi
İnsanoğlu mükerrem bir varlık olmakla
birlikte zayıf yönlere de sahiptir. Bu sebeple Allah Teâla pek çok noktada
koyduğu hükümleri yumuşatmış ve ruhsatlar vazetmiştir. “Allah sizden yükünüzü
hafifletmek ister; çünkü insan zayıf yaratılmıştır”[13],
“Allah kişiye ancak gücünün yeteceği kadar yük yükler”[14]
ve “Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez”[15],
“Allah, dinde size hiçbir zorluk yüklememiştir”[16]
âyetleri Allah’ın kullarının zorluk çekmesini istemediğini ve kolaylığın asıl
olduğunu göstermektedir. Benzer durum Hz. Peygamber’e atfedilen rivayetlerde de
geçerlidir. Bir hadiste “Müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz, kolaylaştırınız,
zorlaştırmayınız”[17] buyrulmuştur. İmam
Buhârî (ö. 256) Resûlullah’ın kolaylaştırmayı ve insanlara zorluk çıkarmamayı
sevdiğini bildirmiştir[18]. Hz. Âişe Validemiz
(ö. 58) de “Resûlullah’ın iki durum arasında muhayyer kaldığında eğer günah
değilse kolay olanı tercih ederdi”[19]
demiştir. Hatta nakledildiğine göre mescide bevleden bir bedeviyi dövmek
isteyenlere bile “Kolaylaştırmak için gönderildiniz, yoksa zorlaştırmak için
değil!”[20] buyurmuştur. Bu ve
benzeri âyet ve hadisler ışığında günaha girilmediği müddetçe beşeri işlemlerde
(muâmelat) kolaylığın esas olduğu söylenebilir. Dolayısıyla kolaylaştırıcı
yorum yapmak daha isabetli sayılır.
[1] Müslim, Sahîh, II, 717.
[2] Buhârî, Sahîh, III, 57.
[3] Buhârî, Sahîh, III, 57.
[4] Buhârî, Sahîh, III, 57.
[5] Cuma Sûresi (62), 9-10.
[6] Ahmed b. Hanbel, Müsned, XX, 251.
[7] Mutaffifîn Sûresi (83), 1-3.
[8] En’âm Sûresi (6), 21.
[9] Müslim, Sahîh, I, 99.
[10] Buhârî, Sahîh, III, 71.
[11] Tirmizî, Sünen, III, 508.
[12] Buhârî, Sahîh, III, 69.
[13] Nisâ Sûresi (4), 28.
[14] Bakara Sûresi (2), 286.
[15] Bakara Sûresi (2), 185.
[16] Hac Sûresi (22), 78.
[17] Buhârî, Sahîh, I, 25; Ebû Dâvud, Sünen, VII, 205.
[18] Buhârî, Sahîh, VIII, 30.
[19] Buhârî, Sahîh, VIII, 30.
[20] Buhârî, Sahîh, VIII, 30.